ÜÇÜNCÜ FASIL
KALBİN HAKİKATİ
Ruhun
hakikatinin mahiyetini, ona mahsus sıfatların neler olduğunu bildirmeye dinimiz
müsaade etmiyor. Bunun için Allah'ın Resulü (sallâllahü aleyhi ve sellem) bunu
açıklamadı. Nitekim, Allahü Teâlâ Peygamberimize (s.a.) buyurdu: «Ve, sana
rûhdan sorarlar. Onlara de ki, ruh Rabbimin emrindendir» (1). Bundan fazlasını söylemeye
izin yoktur. Ruh, Allahü Teâlâ'ya, ait şeylerdendir ve âlem-i emirdendir. O
âlemden gelmiştir: «Biliniz ki, halk [yaratma] ve emir O'nundur» (2),
buyuruldu. Âlem-i halk başkadır, âlem-i emr başkadır, ölçülebilen, sayılabilen
ve boyutları olan her şeye âlem-i halk denir. Halk kelimesinin lügatta asıl
mânâsı ölçmektir. Halbuki insanın kalbinin ölçüsü ve sayısı olmaz. Bunun içindir
ki, bölünmeyi kabul etmez. Eğer bölünebilseydi, bir tarafında bir şeyi
bilmemek, diğer tarafında aynı şeyi bilmek caiz olurdu. Böylece, bir anda hem
âlim, hem de cahil olmuş olurdu. Bu ise imkânsızdır! Bölünme ve ölçü kendisine
yanaşamadığı hâlde, bu ruh, mahlûktur, yaratıktır.
Takdir,
yaratmak mânâsına geldiği gibi, halk kelimesi de yaratmak mânâsına gelir. O
hâlde, bu mânâda yaratıktır. Diğer mânâda ise, âlem-i emirdendir. Çünkü, âlem-i
emirdeki şeyler, boyut ve ölçü kabul etmez. O hâlde, ruha kadîm [ezeli]
diyenler yanılıyor. A'raz [sıfat] diyenler de yanılıyor. Çünkü, a'razın kıyamı
[ayakta durması, varlığı] kendi ile değil, tâbi olma seklindedir. Ruh ise,
insanın aslıdır. Bütün kalıp, ona uymaktadır. Nasıl a'raz olabilir?
Ruha cisimdir diyenler de yanılıyor.
Zira cisim, bölünebilir. Ruh ise bölünemez. Ama başka bir şey daha vardır ki,
ona da ruh [can] derler. O bölünebilir. Belki o hayvanların ruhu olabilir.
Fakat bizim kalb dediğimiz ruh, Allahü Teâlâ'yı tanımak, bilmek yeridir.
Hayvanlarda
bu yoktur. Bu, ne cisim, ne a’razdır, belki melek cevherlerinden bir cevherdir.
Onun hakikatini bilmek zordur. Onu şerh etmeye [açıklamaya], uzun anlatmaya da
izin yoktur. Başlangıçta bunu bilmeye hacet de yoktur. Başlangıçta tutulacak
din yolu mücâhededir [nefis mücadelesidir]. Bir kimse şartlarına uyarak mücâhede
yaparsa, bu marifet kendiliğinden hâsıl olur. Kimseden dinlemesine lüzum
kalmaz. Bu marifet Allahü Teâlâ'nın buyurduğu şu hidâyet cümlesindendir: «Rızâmızı
isteyip, zahir ve bâtın düşmanlarla cihâd edenlere cennetlerimize kavuşma
yollarını hidâyet ederiz» (3). Mücâhedesini henüz tamamlamayanla, ruhun hakikati
hakkında konuşmak doğru olmaz. Fakat mücâhededen önce, kalbin askerini bilmek lâzımdır.
Zira kalb askerini tanımayan, (nefsiyle) cihad edemez.
(1) 17 - İsrâ: 85.
(2) 7 - A'râf: 54.
(3) 29 – Ankebût: 69.
Yorumlar
Yorum Gönder