Ömür dediğin ne ki, üç gün ya var ya yok. Ve nasıl görürsen gör hepsi hasret. İnsan bu ya sabah olur akşama hasret, akşam olur sabaha. Yazın kışa kışın yaza. Yağmur güneşe, bulut toprağa hasret. Ana evladına evlat sılaya hasret, bir yuvaya hasret. Kardeş kardeşe, göz göze, kalp kalbe hasret. Sana hasretim diye fısıldasa bir ses, aynı ses her bir kulağa, dünyadaki milyar kulağa, milyar kulağın zihninde trilyon ayrı ışık yanmaz mı? Şimdi gözlerini kapat ve 'sana hasretim' de, kimleri görüyorsun? Söyle!
Yüz gün de olsa, ömür dediğin ne ki. Bugün var yarın yokuz. Ölümlü dünyaya yabancı birer sarhoşuz. Gözlerimizi ıslatan. yanaklarımızdan süzülüp çenelerimize uzanan oradan aşağı bir çağlayan olup akan nehirlerin membaı işte bu sarhoşluğun acısı. Doğru-yanlış, iyi-kötü ve özlenen ne varsa her şey önümüzde lakin gözlerimiz her şeye açık değil, perdeler arkasında bir çok hakikat. Bir şeyler görüyor ve bir çok şey duyuyoruz elbet görülenler mat duyulanlar uğultu, ne yazık, sarhoşuz. Ne zaman biter bu hasret ve ne zaman açılır bu gözlerin karanlığı? Gönül gibi eşsiz bir ışığa sahip insanın bu körlüğüne ne çare?
Gönül değil mi dünyanın ışığı, hasretlerin odağı. Her şeyin var olduğu, her şeyin yaşandığı yer değil mi gönül? Yaratılanların en büyüğü, Mevlanın yegane ziyaretgahı değil mi? Her şey gönülde başlayıp her şey orada bitmez mi? Varlığın sınırları, yokluğun kapıları, önünde eğilmez mi?
Gönül denize akarken göz gökyüzüne uçarsa kırılır kanatları. Göz gökyüzün bakarken gönül dalamaz derinlere. Ya aynı yere gidecekler ya bir noktada durup ah edecekler. Zira gönül ve göz bir noktaya yönelmedikçe ve hayata birlikte yön vermedikçe bu sarhoşluk son bulmaz.
Yorumlar
Yorum Gönder